ALLAH ADINA  “BEN” DEMEK

ALLAH ADINA “BEN” DEMEK

“Bismillahirrahmanirrahiym. ” Besmele bize aslında Allah adına “BEN” diyerek yaşayabilmek için öğretilmiş bir nurdur, bir anlatılamaz ikram ve yetkidir…
Birbirimize göre var olan halimize, yani var görünenimize “BEN” dememek gerektiğini, yani aynada gördüğümüze “BEN” demekten kurtulmamız gerektiğini geçen hafta birlikte anlamaya çalıştık. Bu hafta insanın yani halifetullahın doğru “BEN” deyişini, bu “BEN”in nasıl olması gerektiğini, Rabbimiz Allah’ın lütfuyla, ikram ve inayetiyle yanlış düşünmekten uzak tutulmamız duasıyla tefekkür edelim.
İnsan hep gerçeği arar ya, bilelim ki tek gerçek HİS’tir, öyle olunca her şeyin temeli HİS’tir. Bu HİS Allah’ındır, onun saf hali Allah’ın hissetmesidir. Bu noktada “La ilahe illallah” Kelime-i Tevhidi’ni HİS üzerinden şöyle de tefekkür edebiliriz: Ayrıca hisseden yok, illa Allah!
Evren (kesret âlemi, ef’al âlemi), mânâ âlemi, teşbih âlemi, tenzih âlemi gibi neler varsa, neler biliyorsanız hepsinin temeli yalnızca HİS’tir. Her şey yalnızca HİS’tir. Bu kadar basit… Bunun çok tefekkür edilmesi güzel/hayrlı açılımlara kapı açacaktır Biiznillah. Evet, her şey aslında yalnızca His’tir. Mesela insan! İnsanın gerçek yanı histir. Ef’al alemindeki her şey hissin görünmeleri, hissin hissetmek istemeleri, hissin hisleridir. Gerçek bu ki; esas olan His’tir ve Allah kendisini hisseder! Esas hisseden Allah, kendisini kendi bildiği şekilde hisseder…
İşte Allah kendi hissetmesinde, kendi hissetmesinden, kendi hissetmesiyle yarattığı dilediği kullarına hissetme yetkisi vermiştir. Artık, hissetmesini dilediği kullar kendilerine verilen ölçüde kendilerini hissederler. Dolayısıyla bir insan bu hissetme iznini aldığında (yani ona “kendini bil” denildiğinde) kul olarak Rabbi ona ne tür sınırlar, ne tür kayıtlar vermişse o artık kendisini o çerçevede hisseder. Onun kul kayıtlarıyla yaşayacağı bu hissetmeyi ona Allah kendi hissetmesinden, kendi hissetmesiyle ve kendi hissetmesinde vermiştir. Çünkü Allah’ın hissi her yeri, her şeyi kaplamıştır. Her şeyi hissinde, hissiyle, hissinden yaratan Allah’ın hissinin dışı ve sınırı yoktur ki… Bu kesret âlemi için şöyle söylenir: Allah Vâsi’dir. Yani Allah her yeri her şeyiyle, her esmasıyla ve hissiyle kaplamıştır. Dilediği kulları bu HİS’ten (yine O’nun dilediği şekilde) pay alır. Ne derece emredilmişse (ona ne düzeyde ‘kendini bil’ denilmişse) o kul o derece aldığı his izniyle, o his izninin sınırları neyse, nasıl dilenilmişse o çerçevede kendisini hisseder ve hissettiği varlığına da “BEN” der. O izin verilen sınırlarda kendisini hissedince yine kayıtlar, o sınırlar içindeki bu hissetmeye “BEN” der; “BEN” diyerek kendini takdim etmeye başlar. Bilelim ki (aslında gördük ve anladık ki); onun “BEN” demesi Allah’tandır, kendisine izin verilen kayıtlı bu hissi Allah’tandır. Kayıtlı bu hissetme duygusu kulun nefsini oluşturur. İşte bu nefs kendini bu dünyada bir bedenle hissetmeye başladığındaysa artık o kul için Kendinde Kendine Göre Var hal oluşur. Kulun şimdi oluşan bu Kendinde Kendine Göre Var hâli de, Nefsi (kayıtlı kendini hissetmesi) de Allah’tandır (Dündar, Y.; Talibin Başlangıcı Çizgisi).
Bu noktada diyebiliriz ki; varlık âlemini oluşturan gerçek yan onlardaki “his” yani Kendinde Kendine Göre Var hal iken, onların Birbirlerine Göre Var görünüşlerini var sanışları ise onların zanlarıdır. His “gerçek var” olandır, billahi idrakte yaşanır; zan ise “gerçek yoktur” bir görüntü oyunudur. Bu görüntü oyununu gerçekten var ve müstakil zannetme hali dunihi algıda dünya hayatı şartlarında yaşanır. İnsanın günlük yaşantıda neden bu görüntüye “BEN” dediği anlaşılıyor değil mi? Oysa insan kendisinde gerçek yana “BEN” demelidir yani Kendinde Kendine Göre Var hale “BEN” demelidir. Doğru “BEN” bu noktadan başlar. Kişi bu “BEN” deyişin kendisine emaneten ve Biiznillah verildiğini bilerek “BEN” dediğinde o artık Allah adına “BEN” demenin ne olduğunu fark eder, sonra da onu yaşamaya başlar biiznillah.
Ehad ve Samed olan Allah Vahidiyetindeki hissetmesiyle ilmi suretleri, tüm varlık alemini Kayıtlı Kendini Hissetme’ler olarak yaratıp da onlara “kendini bil” emrini verip de onların her birinin kendilerini bu kayıtla kayıtlı hissetmeleri (nefsleri) oluşunca bu nefsler bir bedenle yaşamaya başlayacağında o hissetme Kendinde Kendine Göre Var hal olmaktadır. Dünyaya gelen kişi bu hissi önce müstakil zannederek ona zulmetmekte, hatta kendisi bu his olmasına rağmen bu hissi göremeyip kendisini beden zannetmekte ve Kendinde Kendine Göre Var haliyle yaşadığı bedeni hem kendi hem de müstakilen var ve muhtar zannederek ona “BEN” demektedir. İşte yanlış “BEN” deyiş bu iken, doğru “BEN” deyiş şudur: Allah’ın kendi hissetmesinden bir izinle kula emaneten verdiği kayıtlı kendini hissedişe (nefse) ve onun bedenle yaşayan hali olan Kendinde Kendine Göre Var haline kulun Allah adına “BEN” demesidir; doğru “BEN” deyiş buradan başlamaktadır. Yani “BEN” deyişimiz bir yetkidir, aynı “HİS” gibi o da biiznillahtır ve onun da aslı Allah’a aittir. Bu sebeple Allah adına “BEN” dememiz gerekmektedir. Rabbimiz Allah bize İslamiyet’le getirdiği öğreti, öneri ve sakındırmalarla, yani “razıyım” dediği idrak ve hayat tarzıyla bu “BEN” demeyi öğretmekte; böyle bir deyişle yaşamanın sonunun selamet olduğunu söylemektedir.
Vahid, Ehad ve Samed olan Allah hissinde hissiyle bir şey düşündüğünde bu his kayıtlı kendini hissetme duygusu olarak beliriyor ama aslında tek his, aynı his… Tek olan bu hissi anlamak üzere evimizdeki beyaz eşyaları, elektrikli aletleri, bilgisayarı düşünecek olursak, bunların tümündeki elektriğin tek elektrik olduğu ancak o elektriğin bu eşyalarla sınırlı hissedilen halinin kayıtlı kendini hissetme duygusunu anlamamızda bir örnek olabileceği öngörülebilir. Elbette örnek bir manayı anlamak sadedinde olduğu için hisseyi çıkarıp kıssayı silmeliyiz.
Anne karnında başlayan dünya hayatında, hadislerden öğrendiğimize göre, cenine 120. gününde Allah ruhundan nefh ediyor (hissetmesinden his, nefsi vahide’sinden nefs yüklüyor), böylece kayıtlı hissetme duygusu o cenine yükleniyor ve 120. günden itibaren kendini bedenle hissetme başlıyor. Cinsiyetle hissetme de (erkek veya dişilik hissi) de bu noktadan sonra o fetüsün genetiğine göre (erkekse erkek, dişi ise dişi hissetme şeklinde) oluşuyor.
İnsan doğduktan sonra kendisini çevreye takdim ederken kayıtlı kendini hissetme duygusuna yani nefsine (ki ona artık Kendinde Kendine Göre Var hal diyoruz), ona “BEN” demesi gerekirken, var görünen haline “BEN” diyor. Bu noktada neye ve nasıl “BEN” dediğimizi bilmenin önemini yeniden fark edelim. “Nefsini bilen, Rabbini bilir” diye söylenmiştir. Çünkü nefsini bilen Allah adına “BEN” demesi gerektiğini öğrenir, fark eder. İnsanın “BEN” diyerek takdim ettiği nefs, bu kayıtlı hissetme Allah’tandır, Allah’tadır ve Allah’a aittir. İşte Rabbimiz Allah kendi hissetmesini ve kendi “BEN” deyişini halifesine de emaneten vermiştir ve “bu idrakla yani benim adıma “BEN” de, demektedir!
Bu takdimi, bu “BEN” deyişi ancak Billahi manada Allah’ı tanıyanlar, Billahi imanlılar yapabilir, bu yol ancak onlara kolaylaştırılır, bu hal onlara ikram edilir.
Dünyaya esfele safilin formatı da yüklenerek (Tiyn Suresinden öğrendiğimiz ifadeyle esfele safiliyne reddedilerek) gelen insan esfele safilin formatın etkisi altında “BEN” demektedir. Yani birbirimize göre var olan hale “BEN” demektedir. Eğer benliğini hissetmişse onu “ego” haline getirerek yani müstakilen var ve muhtar bir benliğe sahip olduğunu iddia ederek, böyle düşünerek “BEN” demektedir. Bu “BEN” deyişten kurtulmak için doğru bilgiyle Allah’ ve yarattıklarını tanıma gayretine girmeli, bunu çok arzulu, çok gayretli ve kazanımları olacak şekilde, bizi değiştirecek şekilde yapmalıyız ki doğru “BEN” deyişle ölümü kucaklayabilelim. Yoksa ömür boyu o yanlış “BEN”le yaşar, o yanlış “BEN”e hac/umre yaptırır, namaz kıldırır, onunla zekât verir ve kendimizi doğru yolda zannederiz. Muhafaza buyur Allahım. Ahirette bir bakarız ki, ibadetlerimizin hiçbir hayrlı, sevindiren, makbul karşılığı yok! Yani cennet yok! Bu yüzden doğru “BEN”i bulup tanımak ve onunla yaşamak bir inanan için çok önemlidir. Bu işin taliplisi olmayan için bu iki “BEN” ayrımının bir değeri olmaz, hatta bu tefekkürler ve tanımlar saçma ve anlaşılmaz gelir. Oysa bu inananlar için o kadar önemlidir ki o hale ulaşmak, doğru “BEN”i öğrenmek ve o idrakla yaşamamız için bize A’raf Suresi 23, Enbiya Suresi 87. ayetlerde bir sığınış öğretilir.
Doğru “BEN”i söylemek ve yaşamak için olduğu kadar her idrakın bir üst idraka çıkışı için de çok önemli birer rasul duası olan ayetlerimize ve Rasullah (sav) Efendimizin tövbe duasına sarılarak tamamlayalım:
“Rabbena zalemna enfusena ve in lem tağfirlena ve terhamna le nekunenne minel hasirin: Rabbimiz zulmettik nefsimize! Eğer bizi mağfiret etmez ve bize rahmet etmez isen, muhakkak ki biz hüsrana uğrayanlardan oluruz.”
“La ilahe illa ENTE, Sübhaneke, inniy küntü minez zalimiyn: Başka “BEN” diyen yok, ancak SEN ve sen Sübhansın Allahım. Fakat ben zalimlerden oldum (bağışla ve kurtarıver).”
“Sübhanallahi ve bihamdihi sübhanallahil aziym estağfirullah ve etubü ileyh…”
“Bismillahirrahmanirrahim.”

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM