ALMANYA-4

ALMANYA-4

HAMBURG
02 Ekim 1978’de Danimarka seyahatimi bitirmiş, tekrar Almanya’ya dönüyordum. Flensburg’da Alman pasaport polisinin trene girerek, bana ahret soruları sorması canımı sıkmıştı. Seyahatim boyunca böyle bir durumla karşılaşmadığımdan, polisin bu davranışını yadırgamıştım. Oradan Hamburg’a geçmiş ve Almanya’nın bu önemli sanayi şehrini, 5 saat boyunca adımlamıştım… Burada Aussenal Ster’de bir vapur gezintisi yaparak, sahil boyunca tarihi yapıları seyretmiştim. Ne var ki, deniz suyu çok pisti! Gençler ve çocuklar kürek antrenmanı yapıyorlar; kimileri de kanalların üzerindeki köprülerde balık tutuyorlardı.
Hamburg’da adım başında Türkler’e rastlamıştım. Çok sayıda Türk mağazaları, dükkânları ve üzerlerinde Türkçe tabelalar görülüyordu. Kimi sinemalarda, Pazar günleri Türk filmlerinin gösterildiğini söylemişlerdi.
Vapur gezintisinde daha çok yaşlı kadın ve erkekler vardı. Bunlara, parklarda da rastlamıştım. Kauf Halle’de dolaşırken Mehmet Halim Aslamzade adlı Afganistanlı bir adamla tanıştım. Bu zat halı-kilim ticareti yapıyor ve Türkçe konuşuyordu.
Saat 19.45’te kalkan IC trenle Hamburg’dan ayrılmış ve 23.56’da Köln istasyonuna girmiştim.
KÖLN
Bir kez daha İskender Apalak’ın evinde konuk olmuştum. İskender, Hava Okulundan arkadaşımdı. Birlikte, gayri federe bir kulüp olan Uçakspor’da futbol oynardık. Kıvrak, mükemmel çalımlar atan, iyi bir sağ açıktı. Ben daha çok defansta oynardım. Sonraları bilmediğim bir nedenle ordudan tard edilmiş; işçi olarak Almanya’ya gitmişti. Dostluğumuz sonraki yıllarda da devam etmişti ve ben onu Ankara ve Afyonkarahisar’da konuk etmiştim; o da beni Köln’de ağırlamıştı.
Sonraki günlerde Köln’de kimi zaman yalnız gezip dolaşmış; kimi zaman İskender’le birlikte çıkıp, alışveriş etmiştim. O arada “Türk Kültür Evi”ni de ziyaret etmek olanağını bulmuştum.
Köln, Almanya’nın dördüncü, Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti´nin en büyük şehri idi. Nüfusu 700 Binin üzerindeydi. Kozmopolit bir yapıya sahip olan şehirde çok sayıda yabancı ikamet ediyordu. Köln, eyaletin en önemli ulaşım, kültür, bilim, sanat, ticaret ve eğlence merkezi olup, ayrıca demir ve havayolu ulaşım ağının da kesişme noktasıydı. Ren Nehri, kentin tam ortasından geçiyordu. Nehrin her iki yakası sekiz köprüyle bağlanmıştı, ki bunlardan ikisi demiryolu köprüsüydü. Kentin en ünlü yapısı, inşaatı tam 632 (1248-1880) yılda tamamlanmış gotik tarzdaki çift kuleli Köln Katedrali (Kölner Dom) idi ve 7 bin m² alanda, 157 metreyi bulan yüksekliği ile UNESCO Kültür Mirası listesinde yer alıyordu.
19 Eylül’de başlayan seyahatimin sonuna gelmiştim. 05 Ekim 1978 sabahı uçakla Köln’den ayrılarak Münih’e, oradan da Ankara’ya uçmuştu
BERLİN
Çok geçmeden Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği, bana yeni bir Almanya seyahati çağrısı yaptı. 10 Şubat 1984 günü öğleden sonra Ankara’dan havalanan uçakla, İstanbul üzerinden Moskova’ya ulaşmıştım. Ankara’daki iyi hava Moskova’da olmadığı gibi, yağan karın kalınlığı 10 Cm. olmuştu ve hâlâ yağıyordu. Şeremetyevo hava alanının transit kapısından geçip, bekleme salonuna gelmiş ve tam 2 saat beklemiştim. Sonra görevli bir kız gelmiş ve beni Aeroflot Oteline götürmüştü. Zira geceyi orada geçirecek ve ertesi gün Almanya’ya uçacaktım. Ne var ki bu otelden dışarıya çıkabilmek mümkün değildi. Zira Moskova’da kalmam için gerekli olan vizeyi de almamıştım.
O gün, SSCB liderlerinden Andropov ölmüş ve bu nedenle ülke çapında çeşitli önlemler alınmıştı. Ortam oldukça gergin görünüyor; TV sürekli yayın yapıyordu. Otel Afrikalı ve Asyalılar ile doluydu. Akşam yemeğini otelin restoranında yiyip, odama çıkarak yatağa uzanmıştım.
Ertesi gün 2 saatlik bir uçuşla Berlin’in Schönefeld hava alanına gelmiştim. Uçakta Küba’nın Ankara Büyükelçiliği diplomatlarından Martinez ile yan yana oturmuş ve epey sohbet etmiştik. Ülkesine kesin dönüş yapan Martinez, Türkiye’den olumlu izlenimlerle ayrılıyordu.
Doğu Berlin’de bulunan hava alanından, Batı Berlin’e otobüs seferleri yapılıyordu. Otobüsle batıya geçmiş ve Kaiserdam, 80 numaradaki Hotel am Studio’nun 600 No.lu odasına yerleşmiş; bir süre TV seyrettikten sonra yatıp uyumuştum.
Ertesi sabah Berlin’de pırıl pırıl hava vardı, ama soğuktu. Burada saatimi 2 saat geriye alarak, Almanya saatine göre ayarlamıştım. Resepsiyondan Pan-Am hava yollarına telefon ederek, Frankfurt için rezervasyon yaptırmıştım. Sonra Bus Santral (otogar)’a kadar yürümüş, orada karşılaştığım Türkler’le bir süre sohbet etmiştim. Kaiserdamm U-Bahn (metro) istasyonunda metroya binip, birkaç durak ötedeki Zoo durağında inmiştim. Burası benim, beş yıl önceki seyahatten hatırladığım yerlerdi. Hava alanına giden 9 No.lu otobüs durağında, 2 DM ödeyerek otobüse binmiş ve şehrin önemli yerlerini de göre göre, alana gelmiştim. Frankfurt biletimi alıp, uçağa bininceye kadar hiçbir sıkıntı çekmemiştim. Çat pat İngilizcemle tüm sorunları halledebiliyordum. Çünkü Almanya’da sistem o denli mükemmeldi ki, okuryazar bir kimse dahi, rahatça seyahat edebilirdi.
Berlin, Ruslar ve batılı birkaç ülke tarafından paylaşılmıştı! Doğunun haracını Ruslar; batınınkini ise ABD, İngiltere ve Fransa yiyordu. Fakat ABD’ye aslan payı düşüyordu!…
Berlin’den 13.35’te havalanmış ve bir saatlik uçuştan sonra Frankfurt’a gelmiştim.
FRANKFURT / NEU İSENBURG
Alanda, dostlarım Şadi Cındık ile Mehmet Ali Gül karşılamışlardı. Oradaki restoranda yemek yedikten sonra, Şadi’nin otomobili ile Neu-İsenburg’a gelip, Linda otelinin 307 No.lu odasına yerleşmiştim. Sonra çıkıp Türkler’in çıktıkları bir kahvehanede sohbet etmiştik.
Ertesi sabah, M.Ali Gül otele gelmişti. Pırıl pırıl bir Anadolu çocuğu idi. Kürt idi, ama ortak kimliğimiz olan Türklüğü benimsemişti. Bu doğrultuda şiirler yazıyordu. Bana yardımcı olabilmek için âdeta çırpınıyordu.
Neu-İsenburg’un en büyük mağazası olan Centrum’a gitmiş ve çarşı pazar bir hayli dolaşmıştık. Sonra otele gelip, “Aşık Fedai” mahlası ile şiirler yazan Osman Akdaş’la buluşmuş ve birlikte Winervilde’de tavuk yemiştik. Bu Winervild’ler, Almanya’nın her yanında vardı ve bu restoranlarda sadece kızarmış tavuk yenilebiliyordu. Yemekten sonra otobüse atlayıp Frankfurt’a gitmiş ve City Basar adını verdikleri Türk çarşısını gezmiştik. Dışişleri Bakanlığımız burada büyükçe bir “Mescit” oluşturmuştu.
Şadi Cındık, geniş bir genel kültüre sahipti. Neu-İsenburg Belediye Meclisi üyesiydi ve her fırsatta kürsüye çıkıp, Türk toplumunun haklarını savunuyor; bunu yaparken de özellikle Alman üyelerle tartışıyordu. Türkler’in geniş kapsamlı toplantılarında, belediye salonları, Şadi’nin sayesinde ücretsiz olarak tahsis ediliyordu.
Frankfurt’un banliyösü gibi, yakınında olan Neu-İsenburg ise 26.500 kişinin yaşadığı, küçük bir kent idi. Bu nüfusun 5700’ü yabancı idi. Örneğin 1330 Türk, 1300 İtalyan, 1100 Yugoslavyalı, Arap, Rum vb. gibi milletlere mensuptu. Tabii bu rakamlar, 1984 yılı verilerine göre idi ve kuşkusuz bugün daha artmış olmalıdır. Ama Şadi’nin o tarihte bana söylediğine göre, nüfus artmıyor, bilakis azalıyordu!…
Avrupa’daki hemen hemen bütün önemli kentlerde olduğu gibi, Frankfurt’ta da bir nehir vardı. Main Nehri’nin bir yakasında Frankfurt, karşı yakasında ise Offenbach kentleri bulunuyordu. Frankfurt’un bir ucundan öteki ucuna uzunluğu 16 Km. nüfusu ise 623 Bin idi. Lufthansa’nın merkez hava limanı buradaydı. Günde 496 uçağın kalkıp indiği Frankfurt hava alanı, adeta başlı başına bir şehir gibiydi. Alanda 4,5 Km. uzunluğunda 4 ayrı pist bulunuyordu. Alınan önlemlerle sisli havada bile uçaklar inebiliyordu.
Almanlar zaman zaman, ABD’nin keyfi ve olumsuz girişimlerine karşı direniyorlardı. Örneğin o günlerde Alman topraklarına konuşlandırılmakta olan Pershing füzelerine halk şiddetle karşı çıkmıştı. Aslında Almanlar’ın halleri acınacak durumdaydı. Bir yanda ABD öte yanda SSCB, Almanya’yı parselleyip parçalamışlardı. Ne var ki hâlâ kendilerini üstün ırka mensup bir ulus olarak gördükleri için, yabancıları, özellikle de Türkler’i hor görüyorlardı. Ama Türkler, Almanya’da öylesine kök salmışlardı ki, bir gün bu ülkede büyük bir güç olarak kendilerini kabul ettireceklerdi. Önceki Almanya seyahatlerimle kıyasladığımda, Türkler’in önemli aşamalar kaydettiğine tanık olmuştum. Artık önemli iş adamlarımız vardı. Kimi soydaşlarımızın mağazaları vardı ve patron olmuşlardı.
Ertesi gün M.Ali Gül’le Neu-İsenburg’daki “Zentrum” u gezmiş; sonra Osman’ı da yanımıza alarak Frankfurt’a gitmiştik. Palmengarten’deki “botanik sergisi”ni gezerken, oluşturulan manzaraya hayran kalmıştım. Burada dünyanın her tarafından getirilen bitkiler geldikleri ülkenin iklim şartlarına göre, seralarla da ısıtılarak muhafaza ediliyorlardı.
Frankfurt merkezindeki Bahnhof (Tren istasyonu); kiliselerin bulunduğu alan ve ünlü “Kaufhof” gezerken gördüğümüz yerlerdi. Piyasada her şey, bizim satın alma gücümüzün üzerinde fiyatlarla satılıyordu. Birkaç yıl önceye nazaran hem Almanlar zam yapmışlardı; hem de TL’nın değeri sürekli düşüyordu. Esasen Almanya 5 yıl önceki Almanya değildi. Havasıyla değil, insanıyla değil, yabancıya düşmanca bakışlarıyla çok değişmişti!…
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra çıkıp, bir süre Neu-İsenburg’un en büyük çarşısı olan “Zentrum”a giderek, çocuklarım için ufak tefek şeyler satın almıştım.
Henninger Turm
Şadi’yle Frankfurt’a giderek “Henninger-Turm” a çıkmış; bu döner kuleden Frankfurt’u kuşbakışı seyretmiştik. Ünlü Henninger biralarının sahibinin inşa ettiği bu kule, Frankfurt’un simgesi haline gelmişti. Bu kuleden çok güzel görünen Main Nehri, Mainz kentinde Rehn Nehri’yle birleşip, Hollanda’nın Antverpen kentinde denize dökülüyordu. Bu Nehir İsviçre’nin Bodense bölgesindeki bir gölden doğuyor; Mainz’e kadar döne kıvrıla gittikten sonra, iki koldan birleşiyordu. Kuleden görüldüğü kadarı ile Henninger tesisleri geniş bir alana yayılıyordu.
Henninger kulesinden, Frankfurt’un kadim ve modern durumu somut biçimde görülüyordu. Kadim kent, Dom Kilisesinin çevresindeydi. Bu kilisenin çevresinde başka kiliseler de vardı. Yüksek modern binalar ise banka genel müdürlükleri veya büyük ticari kuruluşlara aitti. Kadim Frankfurt’un dört gözetleme kulesi de restore edilmişti. Bunlara “burg” (kule) diyorlardı. Hava alanı gibi, Frankfurt tren istasyonu da muhteşemdi.
Frankfurt’ta, hatta tüm Almanya’da, pek çok Amerikalı vardı. Eski başbakanlardan Şansölye Shimidt” “Alman toprakları, üzerinde Türkler’in yaşadığı, bir Amerikan şehridir!…” demişti. Salt Frankfurt’ta 20 bin ABD vatandaşının yaşadığını söylemişlerdi. Tabii Türkiye ve başka ülkelere mensup insanlar da yaşıyorlardı. Türk bankalarının yanı sıra İran, Arap, Japon, İtalyan vb.bankaları da icra-i faaliyette bulunuyorlardı.
Almanlar kışın bitişi ve baharın gelişi nedeniyle “faşing” düzenliyor ve çılgınca eğleniyorlardı. Bu şölen eskiden, hem daha geniş çevrede, hem de daha görkemli kutlanırken, şimdi daha çok Bavyera eyaletinde düzenlenmekteydi. Kilise bu konuya el atıp, modernize etmişti.
Akşam yemeğini Henninger Turm’da yemiştik. Önümüze nefis bir sığır eti, yanında da “yeşil sos” gelmişti. Bu sos süt, yumurta akı ve yeşil baharatlardan yapılmıştı. Bu sosu ilk kez Goethe’nin anasının yaptığını söylemişlerdi. Goethe Frankfurt’lu idi…
Dolu dolu geçen bir günün ardından otelde istirahate çekilmiş; dinlenmiş olarak da ertesi sabah kalkıp, M.Ali ile buluşmuştum. Kısa bir süre Zentrum’u dolaştıktan sonra Frankfurt’a gitmiş; oradan da Offenbach’a geçmiştik. İlk kez geldiğim Offenbach da şirin bir Alman kentiydi. Tüm mağazalar belirli bir cadde üzerinde sıralanmıştı ve Frankfurt’a nazaran, temel tüketim maddeleri biraz daha ucuzdu. Bu nedenle şemsiye, saat vb.gibi bazı şeyleri buradan almıştım.
Son Gezinti ve ayrılış
Neu-İsenburg, Frankfurt’a 3, Darmstadt kentine ise 23 Km.mesafede bulunuyordu. Hessen Eyaletinin başkenti Wiesbaden de yakın kentlerden biriydi. Şadi’nin otomobili ile Wiesbaden’e doğru yol alırken çevrenin ormanlık, ama bakımlı bir ormanlık olduğunu görmüştüm. Biz, ülkemizdeki ormanları koruyamıyorduk ama Almanlar kentlerin çevresini ormanlarla kaplamışlardı. Ama bu ormanlarda gelişi güzel dolaşabilmek olanaksızdı. Ancak belirli yerlerde, belirli kurallarla bulunulabiliyordu.
O arada Şadi’den öğreniyorum ki, şişe kırıkları güneşle uzun süre temasta bulunursa, kuru otların tutuşmasına neden olmaktaydı ve belki de bizim orman yangınlarının nedeni de bu idi?…
Wiesbaden’e girişte Şadi; “yazın buraları cennete döner, şu parklarda huriler dolaşır!…” demişti. Hessen Eyaletinin başkenti olan Wiesbaden’de, Eyaletin önemli resmi binaları bulunuyordu. Şirin bir kentti, ama bana göre, öteki Alman kentlerinin bir benzeriydi.
Wiesbaden’den sonra Rehn Nehri boyunca yol alıp, şarabı ve turistik nitelikleriyle ünlü Rüdesheim’e ulaşmıştık. Rehn bir yanında, Rüdesheim bir yanında, karşı yakasında ise Mainz bulunuyordu. Rodesheim’de güzel bir lokantada, yöresel bir yemek yemiştik. Bu kentteki otellerle pansiyonlar yazın Amerikalılar tarafından kapatılıyordu. Esasen Rehn Havzası, Almanya’nın turizm kesimi oluyordu. Arkasına ormanı, karşısına Rehn’i alan turist, mutluluktan uçuyor olmalıydı?…Esasen eski derebeylerinin de Rehn Havzasında yaşadıkları biliniyordu. Zira Rehn boyunca görkemli şatolar vardı.
Rüdesheim’de geniş asma bahçeleri vardı ve üretilen üzümü de işleyip şarap yapıyorlardı. Yine bu kentte tepe üzerinde, Rehn’e egemen, görkemli bir anıt-heykel bulunuyordu. Bu heykel Almanlar’ın 1871’de Fransızlara karşı kazandıkları bir zaferin anısına dikilmişti. Niedervalde adlı heykelin kaidesi üzerine oturtulma tarihi ise 1883 idi.
Rüdesheim’den sonra bir süre Rehn boyunca yol katetmiş, sonra küçük bir araba vapuru ile karşıya geçmiş ve oradan da Mainz’e ulaşmıştık. Burası Reinland Eyaletinin başkentiydi. Mainz’i, Rehn’in öte yakasındaki Wiesbaden’e bağlayan köprü, okullararası yarışmalarda tevcih edilen sorulardan biriydi. “Bir köprünün, birbirine bağladığı iki başkent hangileridir?” diye sorulurdu.
Mainz ile Wiesbaden’i birbirine bağlayan köprünün inşaatı bitince, açılış törenine Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar katılmışlardı. O tarihteki cumhurbaşkanı Teodor Heuss idi ve köprüye onun adını vermişlerdi. İki başkentten Wiesbaden memur kenti; Mainz ise üniversite kentiydi.
Dönüş yolumuzun üzerindeki Winerwald’de oturup birer kahve içmiş, akşam saatlerinde ise Neu-İsenburg’a gelmiştik.. Sonra Şadi ile birlikte Frankfurt hava alanına giderek Lufthansa’nın yan kuruluşu olan Condor ile Ankara’ya uçmuştum.

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM