ALMANYA-5

ALMANYA-5

BERLİN
Bir yandan gazetecilik, bir yandan Folklor Araştırmaları Kurumu Başkanlığı, bir yandan Türk-Alman Dostluk Derneği Başkanlığı; öte yandan Türk Kooperatifçilik Kurumu ve İLESAM Yönetim Kurulu Üyelikleri, Ankara’daki yabancı misyon temsilcilikleri ile sürekli ilişki halinde olmamı gerektiriyordu. Bu ilişkiler, bana bir kez daha Federal Almanya’nın kapısını açmıştı.
22 Ocak 1986 günü saat 16.30’da Ankara’dan havalanan Lufthansa uçağı, 2 saat 55 dakika uçuştan sonra Münih hava alanına inmişti. Münih’ten Berlin’e aktarma yapacaktım ama, iki saat kadar beklemem gerekiyordu. O arada telefon kabininde bulunan bir rehberde, çok sayıda Türk isminin bulunuşuna şaşırmıştım.
Saat 21.15’te Pan-Am’ın Airbus’ı ile Münih’ten ayrılmış, bir saatlik uçuştan sonra Berlin’e ulaşmıştım. Alanda beni Adnan Yavuz bekliyordu. Adnan Bey, 9 yıl evvelki Almanya seyahatimde rehberim olan, Serap hanımın eşiydi. Serap hanım, Alman olan ilk eşinden ayrılmış ve Adnan beyle evlenmişti. Aslında bu kez de bana Serap hanım rehberlik edecekti ama, kimi işlerinin yoğunluğu nedeniyle, bu görev eşine verilmişti. Geçen yıllar içerisinde Serap Yavuz, SDP’den siyasete atılmış ve partide, bir seksiyonun başkanlığına kadar yükselmişti. Ben bu haberi, bir gazetede görmüş ve Serap hanımın fotoğrafı ile birlikte Halay Dergisinde yayımlamıştım. Serap Hanım iş hayatında olduğu gibi, siyasette de başarılı olan, Almanya’daki nadir soydaşlarımızdan biriydi.
Adnan Bey’in otomobili ile doğruca Hotel Hamburg’a giderek 506 No.lu odaya yerleşmiştim.
Ertesi sabah saat 10.00’da otele gelen Adnan Yavuz’la, İnter Nationes’in tahsis ettiği otomobile atlayıp, Berlin içerisinde tur atmıştık. Berlin’i ikiye bölen “utanç duvarı” nı çepeçevre gezmiş; özel olarak düzenlenen tribün üzerine çıkarak, içim burkularak, Doğu Berlin’i seyretmiştim. Ruslar utanç duvarı ile yetinmeyip, duvara paralel bir de tel örgü çekmiş, ortaya da mayın döşemişlerdi. Zira hâlâ canı pahasına, Batıya geçmek isteyenler vardı. Duvar üzerine renkli boya ile çeşitli yazılar yazılmış ve resimler yapılmıştı. Tabii Türkçe sloganlar da eksik değildi!…
Batı Berlin, II.Dünya Savaşı’ndan sonra hayli gelişmişti. Bazı sanayici ve iş adamları, Batı Almanya’ya göç etmişler, ama kalanlar devletin de desteğiyle, Berlin’i ihya etmişlerdi. Örneğin ünlü Siemens, kalan firmalar arasındaydı ve kurdukları tesislerle, âdeta bir “Siemens kenti” oluşturmuşlardı.
Eski bir tramvay yolu, Berlin’de bir Türk çarşısının oluşmasına neden olmuştu. Fakat, çarşıda birkaç lokanta ve birkaç kasetçiden ve turistik eşya satan bir dükkândan başka bir şey yoktu. Ne yazık ki, satılan kasetler, dejenere edilen Türk musikisinin en kötü örneklerini içeriyordu. Kreuzberg semti ise, artık tam anlamıyla bir Türk mahallesi haline gelmişti. Ama insanıyla, çarşısıyla tam bir modern Türk köyü!…
Öğle yemeğini, Berlin Senatosu Basın Bürosunun konuğu olarak Berlin’in tam merkezindeki Kurfürstendamm’daki Kranzler restoranında yemiştik. Ev sahipliğini, Basın Bürosunun, Basın ve Tanıtma Bürosu Müdürü Peter Jakob’un yaptığı yemekte, çeşitli ülkelerden gelen gazeteciler de bulunuyordu. Silindir biçimindeki restoran, birkaç salondan oluşuyordu ve ilginç bir binaydı.
Yemek esnasında Jakob, Berlin hakkında bilgiler vermiş; bir ara yanıma gelerek, bildiği birkaç Türkçe kelime ile bana bir şeyler söylemişti. Örneğin, “sarımsağı seviyorum” demişti!.
1987 yılında Berlin’in kuruluşunun 750.Yıldönümü kutlanacaktı. Bunun için yoğun bir çalışma başlatılmıştı. Aslında Berlin, bir hamle içindeydi, ama devlet inşaatlarındaki suistimaller artmıştı. Arsa alımlarından tutunuz da, inşaatın her kademesinde yolsuzluklar vardı. Gazetelerde her gün bu hususta haberler çıkıyordu. Ortada büyük paralar dönüyordu. Gerçi bu durumlar her ülkede görülüyordu ama, Berlin’de savcılık, saptadığı her olayın üzerine giderek, faillerin cezalandırılmalarını sağlıyordu. Berlin 12 bölgeye ayrılıyordu. Doğu ve Batı Berlin arasında sevgi yoktu; ama diyalog sürdürülüyordu ve olumlu ilişkiler kurulmaktaydı. Ama bu iki yakayı birleştirmek için yeterli değildi. Dörtlü anlaşmanın imzalandığı tarihten bu yana, geçen 15 yıl içinde durum fena değildi.
Doğudan batıya gelenler, hemen iltica etmek istiyorlar ve sorun yaratıyorlardı. Bunlar, önce Doğu Berlin’e gidiyor, sonra batıya geçiyorlardı. Bu mülteciler Berlin’in en önemli sorunuydu ve gündemi hayli meşgul ediyordu. O yılın başından itibaren 23 günde 1600 kişi iltica hakkı istemişti. Bir yıl önceki talep ise tam 23000 idi. Tabii bu ilticanın kötüye kullanılışı demekti ve Batı Berlin yönetimini çok uğraştırıyordu.
Hristiyan Demokrat Parti’ye mensup olan Jakob bir ara; “Allah ABD’den razı olsun; yoksa Ruslar bizi yutarlardı” demişti.
Yeşil Hafta
Almanya’nın Ankara Büyükelçiliğindeki Basın Müsteşarı, “mademki kooperatifçisin ve Türk Kooperatifçilik Kurumu Yönetim Kurulu üyesisin, öyleyse Berlin’de açılacak olan Yeşil hafta”yı da görmelisin” demiş ve seyahat programıma bu katılımı eklemişti.
Jakob’un yemeğinden sonra Adnan’la birlikte, saat 18.00’de, kısaca ICC olarak tanımlanan Uluslararası Kongre Merkezi’ndeki Yeşil Hafta’nın açılış törenine katılmıştık. ICC binası muhteşemdi. İnşaat maliyetinin 1 Milyar DM olduğunu söylemişlerdi. Bir sürü salon vardı, ama en büyüğü 1 Numaralı salon idi ve burada 7500 koltuk bulunuyordu. Tüm koltukların önünde, açılıp kapanan bir masa, masayı aydınlatan ışık ve simültane tercüme aksamı vardı.
Tören, kısa bir halk müziği dinletisi ve dans grubunun gösterisiyle başlamış, sonra sırasıyla şu konuşmalar olmuştu:
*Berlin Belediye Başkanı Eberhard Diepgen
*Alman Ziraatçılar Birliği Başkanı Constantin Freiherr Heereman von Zuydtwyck
*İspanya Tarım balıkçılık ve Beslenme Bakanı Carlos Romero Herrera
*Avrupa Konseyi Başkan Yardımcısı Frans Andriessen
*Federal Almanya Tarım Orman ve Beslenme Bakanı Fgnaz Kiechle.
Avrupa Konseyi Başkan Yardımcısı konuşurken “Yeşiller” düdük çalarak protesto etmişler ve ellerindeki pankartları yukarıya kaldırarak, protestolarını sürdürmüşlerdi. Ne var ki salonda bulunanlardan hiç kimse bunlara aldırış etmemiş, herhangi bir olay da çıkmamıştı. Konuşmalardan sonra, sahnede bir köy yaşamı koregrafi edilmiş; halk müziği, halk oyunları ve bando müziğiyle tören sona ermişti.
Törenden sonra ICC’nın büyük bir salonunda Berlin Yerel Hükümeti tarafından bir resmi kabul verilmişti. Şarap ve şampanyanın su gibi akıtıldığı bu resepsiyonda, meze olarak masaların üzerine konulan simide benzeyen bir yiyecek bulunuyordu.
Adnan o akşam beni bir Çin lokantasına götürmüştü. Yemekte Adnan’ın verdiği şu bilgiyi hemen not etmiştim:
*Dana normal olarak bir yaşında kesilir. Almanlar hormon vererek danayı 6 ayda kesilir hale getirirler. Böylece tez zamanda ve daha kazançlı olurlar. Ancak geçen yıl hormonun kanser yaptığı saptanmış ve yasaklanmıştı. Buna rağmen aynı şey, maalesef devam etmektedir!…
*Almanlar biracıdır. Su yerine bira içerler. Ama aslında içilecek iyi su da yoktur. Fakat bira alışkanlığının nedeni, geçmişteki olaylara bağlanılmaktadır. Yüzyıllarca önce Almanya’ya gelen Frenkler, frengi gibi bazı salgın hastalıkları getirmişler; ayrıca mikrobun çeşitlisiyle dolu sular; çeşitli hastalıklara yol açmış. Bu nedenle Almanlar su içmeyip, biraya yönelmişler.
Kreuzberg
Bir sabah kısaca IBA olarak tanımlanan Im Auftragder Internationalen Bauausstellung Berlin adlı kuruluşa gitmiştik. “Uluslar arası Yapı Sergisi” olarak 1979’da kurulan bu teşkilatta bizi Mimar Bahri Düleç, Ekonomist Yalçın Çetin ve Mimar Yavuz Üçer karşılamışlardı. Kuruluşun amacı, savaşta yakılıp yıkılan Berlin’i aslına uygun bir şekilde restore etmek; başka bir deyişle, yenilemek; ama bunun yanı sıra, yeni binalar da inşa etmekti.
Türk teknik adamların verdikleri bilgilere göre, IBA önceleri Berlin’in çeşitli bölgelerinde faaliyet göstermiş, ama daha sonra çalışmalar Türkler’le meskûn bulunan Kreuzberg’de yoğunlaşmıştı. Burası, 19.Yüzyılda kurulan bir bölgeydi. O nedenle kendine özgü mimari tarzı vardı. Meskenlerdeki odaların yüksekliği fazlaydı. Yapılışında binaların sokak-cadde kesimleri mesken, iç kısımları ise büro olarak kullanılıyordu. Böylelikle bir kişinin evi de, iş yeri de aynı mekândaydı.
Kreuzberg, artık yabancıların oturdukları bir semtti. Kısa bir süre önce iskâna uygun olmayan bu evlere “kiracı kışlaları” deniliyordu. İskâna uygun olmayan bu evlerden bazıları uzun süre boş kalmıştı. Yıkılıp yerlerine yeni binalar yapılmış olsa, maliyet yüksek olacak; o takdirde de ne satılabilecek ve ne de kiraya verilebilecekti… En iyisi bunları onarıp oturulur hale getirmekti. Yapılan hesaplarla, onarımın, yeni inşaata nazaran % 40-65 daha ucuza malolacağı saptanmıştı. Böylelikle bu meskenlere yerleşmiş olanları, buradan çıkarmadan, oturduğu mekânı, insanca yaşanır hale getirmeye karar verilmişti. Daireler müstakil hale getirilmiş; ortak hela kullanımına son verilmiş, mutfaklı, banyolu, tuvaletli evler oluşturulmuştu. Böylelikle sosyal karmaşalar da önlenmişti.
CUMHURBAŞKANI İLE
O akşam Hotel Kempinski’de Çiftçiler Birliği’nin, Cumhurbaşkanı Richard von Weizsäcker onuruna verdiği resepsiyona katılmıştım. Yıl içerisinde başarı göstermiş olan çiftçiler, cumhurbaşkanı eliyle ödüllendirilmişti.
Bir ara Adnan Yavuz, beni cumhurbaşkanına takdim etmiş; Federal Almanya başkanı da, gayet samimi bir şekilde elimi sıkarak, hatırımı sormuştu. Almanya ile ilgili olmamdan memnun olduğunu belirten cumhurbaşkanı ile, o kalabalık içerisinde fotoğraf da çektirmiştik. Almanya’da cumhurbaşkanları, gerçek anlamda halktan birileriydi. Ne kimseyi hor görüp tepeden bakıyorlar ve ne de her gün televizyon ekranlarında boy gösteriyorlardı.
Resepsiyondan çıktıktan sonra Adnan’la Berlin caddelerinde bir süre yürümüştük.
DOĞU BERLİN
25 Ocak’ta, DDR (Demokratik Alman Cumhuriyeti) başkenti Doğu Berlin’e gidecektim. Turizm örgütleri batıdan doğuya tur düzenliyorlardı. Düzenlenen bir tura katılmıştım. Gezi, otobüs içerisinde, Berlin’in ana caddelerinden geçilerek yapılıyor; kent dışındaki bir cafede mola veriliyordu. O gün Doğu Berlin’e lâpa lâpa kar yağıyordu…
1945 yılında oluşturulan büyük bir park içindeki anıtın önünde, SSCB’ye övgüler düzülen bir konuşma yapılmıştı. Yaklaşık 3,5 Saat süren gezinin en ilginç yanı, Bergama Müzesi’ni de görmüş olmamdı. Bu müze, Türkiye’de kazı yapan Almanlar’ın, ülkemizden götürdükleri tarihi eserlerle oluşturulmuştu. Müzenin bir yerinde asılı olan tabela, Osmanlı Devletini de, Türk Milletini de aşağılar mahiyette idi. Güya Alman arkeologlar padişaha gelip, kazı müsaadesi alırlarken, padişah kendilerine şöyle demişti: “Altın çıkarsa benim, taşları nereye götürürseniz, götürün…”
Almanlar’ın tarihi eser aşırma alışkanlıkları, Bergama ile sınırlı değildi. Aynı yöntemlerle Suriye ve Irak gibi Arap ülkelerinden de çok eser götürmüşlerdi!…Örneğin Babil’in Asma Bahçeleri’nin giriş kapısındaki kabartma figürler de yerlerinden sökülüp alınmış ve Doğu Berlin’deki Bergama Müzesi’ne konulmuştu. Müzedeki rehberler, Türkiye’deki Bergama hakkında bilgi vermedikleri gibi, “gidin bir de orayı görün” demiyorlardı!…
Batı’dan Doğu Berlin’e geçişte sorun olmuyordu; ama bir gün dahi konaklama yapılırsa, bunun için 5 DM ödeyip vize almak, ayrıca 25 DM da bozdurup harcamak gerekiyordu. Metro girişlerinde DDR’nın Intershop denilen mağazaları vardı ve buradan DM veya Dolarla satış yapılıyordu.
Benim Doğu Berlin’e geçtiğim gün, çok sıkı güvenlik önlemleri vardı. Zira birkaç gün içerisinde İsrail Cumhurbaşkanı Batı Berlin’i ziyaret edecekti.
Friedrikstrasse Metro-Ezbahn istasyonu, batıdan, Doğu Berlin’e giriş-çıkış yapılan nokta idi. Buradan batıya geçen Doğulu Almanlar, ülkelerinde işkence gördükleri yalanı ile, Batı Almanya’ya iltica ediyorlardı.
Tarım Fuarı
Ertesi sabah, Batı Berlin’de de yoğun kar yağışı vardı. İlk iş olarak, Tarım Fuarını ziyaret edecektik. Almanlar, muhteşem bir fuar açmışlardı. Çok çeşitli ülkelerden tarım ürünleri, araçları ve gereçleri sergileniyor ve satış yapılıyordu. Satışı yapılan ürünlerin başında alkollü içkiler geliyordu. O arada pişirilen hayvansal ürünleri alanlar da hemen orada karınlarını doyuruyorlardı.
Kuşkusuz fuarda bir de Türk Pavyonu vardı ve pavyonun, önceki yıllara oranla daha iyi olduğunu söylüyorlardı.
Berlin Fuar Birliği (AMK), sadece o yılın değil, sonraki yılların fuar programlarını da ilan etmişti. Burada her ay bir fuar açılıyor ve konuyla ilgili bilimsel toplantılar düzenleniyordu.
Doğu’dan Batı’ya
Doğu Almanya’nın ortasındaki Berlin’in doğusunu da batısını da bir kez daha gezip görmüş; Batı Berlin’deki temaslarımı tamamlamıştım. 27 Ocak 1986 sabahı saat 06.00’da kalkıp, kahvaltımı yapmıştım ki, 07.45’te Adnan Yavuz otele gelmişti. Doğruca Berlin hava alanına gitmiş; hiçbir aksama olmadan bagaj işlemini yaptırıp, biniş kartımı almıştım. Bu hava alanı gerçekten muhteşemdi. Berlin’e kar yağıyordu ve hava müthiş soğuktu. Cafeye oturup birer kahve içerken, Adnan’la birbirimize son sözlerimizi demiş ve vedalaşmıştık.
Beni Berlin’den Bonn’a uçuracak olan İngiliz Hava Yollarının 3003 sefer sayılı Boing 737 Super uçağı saat 09.20’de havalanmıştı. Uçakta ikram edilen menü zengindi. 1 Saat 5 Dakika uçtuktan sonra, Bonn-Köln alanına inmiştim. Alanda beni Inter Nationes adına Bn.Olcay Özalp karşılamıştı. Olcay anası Alman, babası Türk olan bir melezdi.

Sosyal Medyada Paylaşın:
Önceki Yazı
Sonraki Yazı

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM